Zaman dünyamızdaki en önemli kavram çünkü her şey zamana bağlı, zamanla oluşuyor, zamanla yok oluyor, geçen zamanla insanlar sahipleniyor, kabulleniyor. Geçen zaman kavramı hayatımdaki unutulmaz anılardan birini bana hatırlatıyor. Uzun yıllar önce Bahçelievler semt pazarında dolaşırken elindeki poşete hızlıca ısırgan otu dolduran amcayı gördüğümde, ben bir tek yaprağa bile dokunduğumda ısırmayı hissettiğimden “Amca senin elini ısırmıyor mu?” deyivermiştim. Soruma cevaben kocaman avuçlarını açmış ve neredeyse çatlayıp, aralarına toprak dolan el çizgilerini göstererek “Bu eller toprak olmuş, neyini ısıracak?” demişti gülen gözleriyle bana bakarak. Geçen zamanın hayatına kattıklarıyla hayata bakışını belirlemişti. Bu yüzden amcayla yaşadığım bu an bana her zaman “biriktirmenin ve yaşanmışlığın” önemini anlatıyor.
Yaşanmışlığın bir kentin hayatına kattıklarını, kent hafızasının oluşturulmasındaki payını da sahiplenmeyle vurgulamak mümkün bence. Hayatımı geçirdiğim Maraş kenti maalesef bu konuda çok talihsiz! Kent hafızası çok da mantıklı olmayan kararlarla sürekli yok edilmiş. Çok gerilerde kaldığınıdüşünmediğim çocukluğumdaki pek çok yapı, pek çok simge bugün yok. 70’li yıllarda Kıbrıs Meydanı’yla birlikte hafızalarımıza kazınan Sütçü İmam Heykeli yada İlk Kurşun Anıtı sadece bulunduğu yerdeki yol çalışmaları yüzünden üç defa yer değiştirdi. Heykel her taşındığında özgünlüğünden bir şeyler kaybetti. Heykelin kaidesine yerleştirilen rölyefler ilk yapıldığında bakıldığı her noktadan düzgün görülebilecek şekilde ayarlanmışken şimdi konulduğu yerde rölyeflerin eski ihtişamının azaldığını görmek çok üzücü.
Yine de bütün olumsuzluklarına rağmen bizi bu yaşa getiren kentimiz hem yaşantımızda hem de hafızalarımızda belirgin izler bıraktı. Ancak dünyanın en büyük depremlerinden biri olarak literatüre geçen 6 Şubat depremi kent hafızasını da yerle bir etti. Bu depremde kaybettiklerimizi, acımızı anlatmak hiçbir kelimeyle mümkün değil. Depremin ardından kentin sembolü pek çok yapı zorunlu olarak yıkıldı. Sembol yapıların günümüze ulaştığını, tamirat ve tadilatlarının yapılarak kullanıldığını görmek bu yüzden kentte yaşayanları sevindiriyor. Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi de bu sembol yapılardan biri. Yapı geçirdiği ufak tefek tadilatlardan sonra şu an aktif olarak kullanılıyor. Özellikle bahçesindeki kafeterya sıcak yaz günlerinde halkın nefes alabildiği nadir yerlerden. Toplantı salonlarında yeri geldikçe seminerler, konserler, toplantılar düzenleniyor. Devlet Tiyatroları sezonunda salonlar turneye çıkan oyunlara ev sahipliği yapıyor. Maraş’ta Devlet Tiyatroları’nın sahnesi olmak yapıya ayrı bir önem katıyor. Yapıyı sembol hale getiren külahın altındaki Maraş bakır oymacılığının muazzam örneği fuayeye giren her Maraş’lıyı gururlandırıyor. O salonda halkın izlediği o kadar güzel oyunlar, dinlediği o kadar güzel konserler, şiirler var ki.. Melihat Gülses geldi o salona en güzel şarkılarını söyledi. Nurullah Genç geldi o salona, nasıl şair olduğunu anlattı, “Sen nasıl bu kadar bulut gülmesi/Sen nasıl bu kadar bıldırcın sesi/ Sen nasıl bu kadar pencere önü/ Sen nasıl bu kadar gök gürlemesi/ Ben kaptan değilim, anlamam gemileri” dizelerinin geçtiği muhteşem şiirini okudu. Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği şiir-edebiyat günlerine katıldık hep birlikte, Tarık Tufan geldi, Selahattin Yusuf geldi, Erol Göka geldi, Ahmet Murat geldi ve adını sayamadıklarım. Sevdiklerimizle buluştuk, gelenlerle fotoğraflar çektirdik bakır tavan altında..
Ama bugünlerde kentimizde çokça konuşulan, bizde bu kadar güzel anılar biriktiren sembol yapımızın, Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nin yıkılacağı haberi canımızı yakıyor! Aslında Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’ni yıkma fikri, kentin hafızasındaki iki sembol yapıyı birden yok ediyor. Çünkü yerinde yapılması planlanan kompleks yapı,Maraş’lıların hayatında belirgin yeri olan Karacaoğlan Kütüphanesi’nin yeni hali şeklinde ilan ediliyor. Yani kentin sembolü, ilk kütüphanesi olan Karacaoğlan Kütüphanesi de mevcut yerinde yapılmadığı için yine bir sembol yapımız daha katlediliyor. Halbuki ağır hasarlı Karacaoğlan Kütüphanesi kent hafızasındaki yerinde yeni projesiyle hizmet verseydi, Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi şimdiki haliyle halkı kucaklamaya devam etseydi ve yapılması düşünülen kompleks yapı, kent içinde ayarlanmış boş bir araziye yapılsaydı olmaz mıydı? Ama olmadı, olmuyor.. Üstelik depremden sonra kentimize yapılan hiçbir imalat bu kentte yaşayanlara, bu kentin mimar ve mühendislerine sorulmadığı gibi bu da bize sorulmuyor! Bu yıkım kararı neye istinaden verildi? Eğer yapı hasarlıysa neden tamir ettik ve bunca zaman neden kullandık? Eğer hasarlı değilse benzer fonksiyonlara sahip yeni bina için neden üzerinde kentin sembolü bir yapı bulunan bu parseli kullanıyoruz? Kentin içinde neden benzer özellikteki tek yapıya mahkûm ediyoruz kendimizi? Büyükşehir olduk diye sevinen Maraş halkı neden otopark sorunu olan, ses düzeni düzgün çalışmayan, 750 kişilik salonu 1250 kişilik yapabilmek için nerdeyse tıkıştırılan koltuklar yerleştirip insanların hayatını zorlayan Mehmet Akif Ersoy Kültür Merkezi’nde etkinliklere katılmak zorunda kalıyor? Hak etmiyor mu Maraş halkı her detayı özenle düşünülmüş, yaşayanların hayatını kolaylaştıran iki-üç tane özgün sanat yapısını? Bu sembol yapı yıkılınca fuayesindeki muhteşem bakır tavan ne olacak? Yapıldığı dönemin mimari özelliklerini yansıtan bu yapının yıkılması kimin, ne işine yarayacak?
İşte buraya kadar yazdıklarım bir kez daha Maraş’ın talihsiz bir kent oluşunu anlatıyor. Kültürüne, geçmişine ve bilincine sahip çıkamadığı için belki de benzer zorlukları yine yaşayacak kentimiz. Ama bütün bunları düşünüp de yazmasam içimdeki umudu söndürmüş olurdum. Umudumuz tükenmesin, kentimiz daha aydınlık, güzel günler görsün dileğiyle söylediğim bu sözler hepimize umut olsun inşallah..