Uzun zaman önce çocuk bahçesindeki evimizden kız kardeşimle birlikte her sabah işe giderken yolda karşılaştığımız mahalli kıyafetler giymiş yani şalvarı, yumurta topuklu ayakkabısı, kasketi ve köstekli saati bulunan amca, sabah güzergahımızın farklı noktalarında birbirimizle karşılaşmanın keyfini gülümsemek eyleminden bir adım öteye taşıyarak “varlığınız yeter kızım” demiş ve hayatımın bundan sonrasında her daim hatırlayacağım güzel bir anıya vesile olmuştu.
İster mimarlık eğitiminin bana kattıklarıyla ister yaşadığı kentin sokaklarını bütün yaşanmışlıklarını hissederek görmeye çalışan biri olarak her zaman bu sokakların ve bu sokaklarda oluşan muhteşem perspektiflerin bende yarattığı en belirgin duygu sadece onlardan haberdar olmanın, o evlerde yaşayan bir teyze ya da bir amcayla konuşmanın verdiği mutluluk.. İşte bu yüzden Maraş’ın geleneksel dokusu bana her seferinde bir kez daha “varlığınız yeter” cümlesini hatırlatıyor ve aslında sadece orada durmalarının bile bizim ruhumuza, insani taraflarımıza nasıl iyi geldiğini gösteriyor.
Ülkemiz gerçekten de çok zengin ve destansı bir yapısal kültüre sahip ve tarihi her yapı arkasında bir yaşanmışlık, bir hikaye olduğu için ayakta kalabiliyor belki de bu hoyratça harcamanın içinde. Suyun içindeki kız kulesinin hikayesi onu bu kadar cazip yapan ya da Sinan’ın Mihrimah Sultan’a olan aşkı Mihrimah Sultan camisini o kadar gizemli ve kibar kılan.. Zaten tarihi ve kültürel mirasın temelinde kendini oluşturan, geliştiren yaşama kültürleri, insani davranışlar, akıl ve düşünce zenginliği ile gelenekler, müzik, eğlence, beslenme, giyim, dil, yazı, folklor gibi birçok ögeyi kapsaması yok mudur? Konut mimarisinde binaların birbirinin güneşini kapatmamak yönündeki çabaları o günün insanlarının da birbirine hoşgörüsünü göstermez mi? Yaşadığımız mekanlar, kentler içinde bulunanların hayata bakışını yansıtmaz mı? Yansıttığı için biz onlara hayran bakmaz mıyız? Bizden sonra gelenlerin de kendinden önce yaşamış akıllara şaşırma ihtiyacı ve hayranlık duygusu değil mi geçmişi değerli yapan?
Bulunduğu coğrafi konum ve arazi topoğrafyası sebebiyle Maraş evleri genellikle alt katları taş malzemeyle ve avluya dönük, üst katları ahşap malzemeyle yapılmış iki katlı evlerdir. Hal böyle olunca ahşap malzemenin zamanla tahribatı evlerin korunmasını zorlaştırmıştır. Yine de Maraş kent dokusu içinde günümüze ulaşabilmiş ve son günlerde restorasyonu yapılmış evlerin sayısının artması sevindiricidir. Yoğun olarak Dulkadiroğlu ilçe belediyesinin sınırları içinde kalan geleneksel dokunun korunabildiği Kurtuluş, Ekmekçi, Gazipaşa, Kayabaşı, Divanlı, Kuyucak gibi mahallelerini gezmek, sokaklarında dolaşmak insanı hep mutlu eder, rahatlatır. Çünkü bu ortamlarda insanı çeken en temel nokta sevgili Oktay Ekinci kelimeleriyle söylersem “bizden önce yaşamış olan akıllara hayranlığımız” ve onların ruhumuza kattığı yaşanmışlık hissidir.
İşte bu tarihi dokunun uyandırdığı duygularla gezerken ilk olarak Maraş’lıların kasap hali dediği yokuştan çıktığımızda sağımızda kalan üç güzel ev bizi karşılıyor. Restorasyonu tamamlanan Üdürgücü Konağı bu evlerden birisi. Zamanla genişleyen konağın ilk etabının altında bulunan Roma dönemine ait kaya mezarları bu konağı Maraş’taki ilginç evlerden yapıyor. Enikli kapısının hemen yanındaki dut ağacı, sofalara ulaşımı sağlayan tek kollu merdivenler avluyu zenginleştiren ögelerden. Avluda önündeki taş yalağa sürekli akan çeşmenin yaydığı su sesiyle konağı gezmek ayrı bir güzellik. İkinci ev bugünlerde restorasyonuna başlanacak olan Aslanbey konağı, Maraş’a özgü sac kaplama cephesiyle, enikli kapısıyla zamana meydan okuyarak gelmiş günümüze. Bu iki konağın ortasında ise alt katının taş, üst katının kerpiç duvarlarıyla önünden her geçtiğimde fotoğrafını çektiğim ve “seviyorum seni” dediğim, tescil tabelası olmayan ama ahşap enikli kapısı, kapısının yanında asması ve ahşap kafesleriyle beni büyüleyen ev.. Bu üç evin bulunduğu sokaktan kasap halinden devam edildiğinde yokuşun ortasında köşe başı parseldeki muhteşem konumuyla bizi kucaklayan evin fotoğraflarını çekerek Dedeoğlu konaklarına ulaşmak mümkün. Maraş’ın ilk restorasyon örnekleri olan bu üç konak belediye bünyesinde farklı fonksiyonlar verilerek değerlendiriliyor. Dedeoğlu konağının önündeki meydana bakan Büyüksu caminin şadırvanından bir su içip kale ve Ulucami’yi izlemenin keyfiyle Dr.Artin evi ya da bilinen adıyla Zabun konağına doğru yürürken her gördüğümüz cumbanın ve enikli kapının hikayesini dinlemek belki biraz da hikayeler yazmak, hikayenin parçası olmak duygusal tarafımızı besler. Dr.Artin evi ilk yapıldığında alt katı eczane, üst katı doktor muayenehanesiymiş. Günümüzde restorasyonu biten bina lokanta olarak kullanılıyor. Eğer baharda yolunuz düşerse Zabun konağına, balkonundan pembe çiçekli erguvan ağacı ile Ulucami’nin muhteşem minaresinin uyumunu seyretmek çok güzel olur.
Zabun konağından yukarı doğru tırmanıp geleneksel Maraş sokaklarında kaybolmayı başka sefere bırakıp Atatürk meydanından Taş medreseye bir selam ederek Kanlıdere köprüsünün altından bit pazarına doğru yürüdüğümüzde Kayabaşı mahallesindeki Kocabaş konağına ulaşılır. Yine yöresel lezzetler sunan bir lokantaya dönüştürülmüş olan Kocabaş konağı, bahçesindeki süs havuzuyla, taş duvarlı bahçesiyle görülmesi gereken evlerdendir. Bahçe içindeki üç katlı, orta sofalı plan şemasına sahip konağın caddeye bakan balkonlarında kahve içmek güzeldir. Hatta bir sonbahar yağmuruna denk gelmişse kahve muhabbetiniz geleneksel Maraş mimarisinin çinko kaplı çatılarına düşen sesle mest olup belki de bu okuduğunuz satırları hatırlarsınız yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle ya da yanınızdaki arkadaşınıza “bir mimar yazmıştı bunu evel-ahir dergisinde” diyerek kulaklarımı çınlatırsınız, kimbilir?
Kocabaş konağının önünden yolun karşısına geçip her zaman Kanlıdere yokuşundan arabayla hızla çıkarken gördüğümüz silueti ile hafızalarımıza kazınmış Maraş’ın alameti farikası Çiftarslan konağına doğru yönümüzü çevirdiğimizde Kayabaşı caminin önünden yine çok güzel cumba ve perspektiflerle şenlendirilmiş sokaktan geçeriz. Çiftarslan konağının zemin kattaki eğriliği düzeltmek için yapılan üst kattaki çıkmaları Çukuroba caminin minaresiyle birleşerek muhteşem bir görüntü oluşturur. Cumbaları taşıyan eli böğründeleri, enikli kapısının yokuşu çıkarken hissettirdiği yaşanmışlık hep buradan geçsek keşke dedirtir insana. Bu konaktan sonra çocuk bahçesine doğru yokuşu tırmanmaya devam edersek solda Emrullah Çuhadar evi, sağda belediyenin Kültür Müdürlüğü olan Köker evi, kız enstitüsünün eski binasının hemen arkasındaki Araslar konağı ve eski Türk Ocağı binası, zamana direnemeyen Aytemiz konağının yangından arta kalanları ve taş bahçe duvarında hala “ben buradayım” diyen enikli kapısı biraz zaman ayırınca görebileceğiniz, her karede sizi çok mutlu eden fotoğraflar çekebileceğiniz sürprizlerle doludur. Bunlar benim aklıma ilk gelenler.. Beyazıtlı caminin önünden hastaneye doğru yürürken Çakıroğlu konağını, hemen yakınında Mahmut Arifi Paşa konağını, mor salkımlı evi, Çaldıran sokağı, Gürün konağını, Kadıoğlu konağını, Ahmet amcanın kendi yaptığı nazarlıkla koruduğu konağını, arslanlı kapıyı ve Anıtlar kurulu tarafından tescili yapılan pek çok Maraş evini artık bir başka yazıda anlatırım inşallah.
İşte böyle yazımı bıkmadan okuyan güzel yürekli insanlar, insani değerlerimizi bize hatırlatan, her neresine baksak, hangi taşına dokunsak bizi hüzünlendiren, bir yandan da onları fark edenlerden olmanın mutluluğunu yaşatan bu güzelim evler, günümüz insanının zaaf ve hırslarına, hunharca davranışlarına rağmen ayakta kalmayı başarırken aslında onları gelecek nesillere de aktarmamız gerektiğini anlatıyorlar bir kez daha. Çünkü tarihi eserlerimizi korumak, insanlığımızı korumaktır. Çünkü koruma isteği “bizden önce yaşamış akıllara duyulan hayranlığın” bir sonucudur. Her ne kadar Maraş tarihi değerlerini korumak konusunda çok başarılı olmasa da gelecekte daha güzellikler yaşayacağımıza umudum hep olsun istiyorum. “Umudu dürt, umutsuzluğu yatıştır” diyen Edip abimin (Cansever) peşine takılıp Maraş sokaklarında gezmeyi seviyorum ve bu sokaklarda gezerken aklıma en çok gelen Nazım Hikmet’in “ İki şey var ancak ölümle unutulur,
Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü” dizeleriyle yazımı sonlandırıyorum.
FUNDA BİRSEN- mimar-koruma uzmanı
Bu yazı Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi’nin 6.sayısında yayınlanmıştır.